
Herkes İşinde Gücündeydi

İlyas Tunç: “Tüm yazma eylemlerinin temelinde, semantik ve morfolojik düzeyde sağlam cümle kurabilme yeteneği bulunduğuna inanıyorum.”
Mehmet Hanifi
Tıpkı çok iyi bir kurgunun, sağlam cümle kuramadığımız sürece, bizi iyi bir romancı yapmayacağı gibi ‘Şiirin düzyazıya çevrilmez’ yaklaşımına sığınarak, imgesellik yaratma kaygısıyla, anlamdan yoksun saçma sapan dizeler kurmak bizi iyi şair yapmaz.
Mehmet Hanifi: Kış Bir Alkış mıydı (Şiir-1992), Kül ve Kopuş (Şiir-1995), Fetüs Günlüğü (Şiir 2002), Savrulmalar (Şiir-2004), Sesler İncelikler (Şiir-2008), Karnaval (Şiir-2009), Hangi Şiir Onarır Şu Taşküreyi (Toplu Şiirler-2020); İtaatsiz Portreler (Deneme-2016), Örs-Nesnelerin Dili (Deneme-2021); Sessiz Yaşamın Şarkısı (Cai Tianxin, seçme şiirleri-2009), Çağdaş Güney Afrika Şiir Antolojisi (2013), Şairin Paltosu (Martin Espeda, Seçme Şiirler-2016), Hiçliğin Tanecikleri (Ingrid Jonker, Seçme Şiirler-2017), Çağdaş Nijerya Şiir Antolojisi (2018). Şiir, deneme ve çeviriden sonra Ocak ayında Herkes İşinde Gücündeydi romanın yayımlandı. Kitabın yazılma sürecinden bahseder misiniz? Biyografik Roman yazma fikri nasıl doğdu sizde?
İlyas Tunç: Romanın kahramanı Tarzan Kemal’le, metindeki adı Sinop’un Kemal’iyle, kente ilk geldiğim gün karşılaştım. Sırtında derme çatma bir küfe, küfesine yapıştırdığı, ‘yüzünü kendine çevir’ yazılı bir kâğıt, elinde bir davul, pazaryerinde dolaşan yarı çıplak bir adam. Kimse ona bakmıyor; onun da kimse umurunda değil. Hem halktan biri hem halkın ötesinde. Bu adam, Sinoplu Diyojen’in torunu olmalı, diyorum içimden. Kinik özelliği ağır basıyor; oysa stoik tarafı da var. Doğal hayatı kente taşımak isteyen bir pagan olduğunu iddia edenlere sözümüz yok; inatçı bir sivil itaatsiz olduğunu iddia edenlere de… Pazaryerindekiler, onu böyle değerlendirmiyor. Onlara göre, evet, o yarı çıplak bir Tarzan; hatta yüzüne karşı söyleyemeseler de, iyileşmez bir deli. Ayaküstü biriyle bir şeyler konuşur, sonra çeker gider. Konuştuğu şeyleri herkes tahmin edebilir; sigara içmeyiniz, çevrenizi temiz tutunuz, ağaçları kesmeyiniz, hayvanları seviniz, et yemeyiniz, güneşi kutsayınız… Onu yazmayı doğrusu pek düşünmemiştim. Ama, gördüğüm ilk günden itibaren kendisini her fırsatta gözlemleyecektim. Yazma düşüncesi ise, ölümünden sonra filizlenmeye başladı. Fiziksel yokluğunun kent ortamında yarattığı boşluğu, onun ruhsal varlığını zihinsel bir boyuta, kurgusal bir metne, taşıyarak doldurabilirdim. ‘Unutulup gitsin istemedim’ kaygısıyla yola koyulmadığımı, bu arada, belirtmeliyim. Asıl amacım, Sinop’un Kemal’ini, yazacağım roman vasıtasıyla, felsefi bir düzleme yerleştirmekti; böylece, antik bir kentin mekânlarında antik bir hava estirecektim. Sadece kahramanın duygu ve düşüncelerini değil, anlatıcı kılıfıyla bizzat kendi duygu ve düşüncelerimi de bu nedenle yansıttım. Amacımın ütopik olduğunun farkındayım. Yine de gerçekliğe ne derece dönüşeceğini zaman gösterecektir. Yazma sürecine gelince, yaklaşık iki yıllık bir zamanımı aldı. Süreç boyunca gözlemlerimden yola çıkmakla yetinmedim, onunla anısı olan herkese ulaşmaya da çalıştım. Yazmaya başlamadan önce ve yazarken ilgili felsefe okumaları yaptım. Çeşitli notlar aldım, dolaştığı yerleri dolaştım, fotoğraflarını edindim, belgeler topladım, belgesel filmlerini izledim. Tamamen biyografik bir roman denir mi, bilmiyorum. Kahramanının kent halkıyla etkileşim içinde olduğu psikocoğrafi bir roman da diyebiliriz, ‘yeni roman’ tarzına uygun bir roman da…
MH: Herkes İşinde Gücündeydi, bazen bir deneme tadında okunurken, bazen anlatının kıyısında dolaştırıyor okuru. Ama baştan sonuna kadar atmosferiyle, dünyasıyla, mekânlarıyla, karakteriyle bir romanın içinde olduğunu anımsar okur. Bu tablo içinde metninizi nerde konumlandırıyorsunuz?
İT: Haklısınız! Yer yer deneme tadında; hatta tamamen deneme denilecek metinler içeriyor. Bu, yazarın kişisel bir tercihi. Anlatı tadını veren şey ise, deneme türünde olduğu gibi, anlatıcının roman boyunca daha fazla konuşmasıyla bağlantılı. Evet, sonuçta bir roman; yaşanmış bir olayı ele almasıyla, maddi ve kültürel nesneleri betimlemesiyle, üslup kaygısı taşımasıyla, çevre olgusuna değinmesiyle, yarattığı karakterle… Ancak, Balzac tarzı roman geleneğine bağlı klasik bir roman olduğunu söyleyemem. Bölümler arası geçişler belirsiz; dolayısıyla, her bir bölüm, farklı bir konuyu ele aldığı düşünüldüğünde, ayrı birer öykü diye de okunabilir. Olay örgüsü, romanın geneline değil, bölümler içine ve birbirinden bağımsız olarak yayılmış. Zaman olgusu, kronolojik bir sıralamaya dayanmıyor. Ana karakter Sinop’un Kemal’i dışında diğer karakterlerin metne fazla bir katkısı yok. Anlatım biçimiyle, düşünsel içeriğiyle, psikocoğrafi izlenimleriyle, davranış betimlemeleriyle okuru dünyadaki yerini ve varlığını yeniden konumlandırmaya davet eden kurgusal bir metin. Metni adlandırmaktan ziyade, anlatmak istediğimiz şeye koşut bir dil, bir kurgu yaratıp yaratamadığımız da önemlidir sanırım. Üstelik, edebi türler arasındaki mesafeler gittikçe birbirine yaklaşıyorken…
MH: Herkes İşinde Gücündeydi, Tarzan Kemal’in babasıyla karşı karşıya gelmesiyle başlıyor. İlk kez otoriteyi reddediyor Tarzan Kemal ve soyunuyor babasının bahçesinde ve onun gözleri önünde. Onu böyle radikal davranmaya iten etmenler nelerdir?
İT: Roman, evet, babasının ona sorduğu tek kelimelik bir soruyla başlıyor: “Utanmıyor musun?” Sorunun geri planında, bir ayıp ya da suç aramaktan öte, sınıfsal bir yaklaşım var. Sinop’un Kemal’inin babası, varlıklı bir ağa, saygın bir eşraf sıfatıyla oğlunun ortakçılarının kızıyla evlenmesine taraftar değil. Aşkının sınıfsal bir bakış açısıyla sorgulanmasından son derece rahatsız oluyor Kemal. Duygusal sanılsa da, başkaldırısının temelinde insani bir akıl yürütme egemen. Yürüttüğü aklın peşinden giderek baba otoritesine karşı gerçekleştirdiği başkaldırıyı, devlet, din, ahlak, gelenek, töre gibi diğer otoritelere karşı da gerçekleştiriyor. Sinop’un Kemal’inin tercihi, dolayısıyla, bir cinnet anında ansızın yapılmış bir tercih değil; ömür boyu vazgeçilmeyeceği için üzerinde enikonu düşünülmüş bilinçli bir tercih. Zaten kendisine iki kez yöneltilen “Utanmıyor musun?” sorusunun ikisi de çıplaklıkla ilgisiz sorular. Sorulara, baba oğul sertçe tartıştıkları sırada, soyunmadan önce, maruz kalıyor Kemal. Sonunda “Utanmıyorum!” diye bağırıp odadan çıkıyor. Böyle gerçekleşiyor Kemal’in ilk başkaldırısı. Bahçeye inip orada çırılçıplak soyunması ise, ‘boşalmış bir zembereğin getirdiği sakinlikle’ alınmış bizzat iradi bir karar. Ağaçlara, kuşlara, börtü böceğe bakıyor; yerdeki solucana, salyangoza dokunuyor, güneşi kutsuyor, toprağı kokluyor.‘İyileştirici doğaya şükürler olsun’ diye dua ediyor. Doğadaki çıplaklığın kendisine yapılmış kutsal ve barışçıl bir davet olduğunu düşünüyor. Bütün sınıfsal ilişkilerin bu davete katılmakla mümkün olacağına inanıyor. İncir yaprağından evrimleşmiş o tek parça giysiyi son anda tekrar giymesine gelince, bu, bundan böyle sürdüreceği doğal yaşam tarzının içgüdüye değil, akla dayalı olacağının, minimalist anlamda kinik, Tüm Tanrıcılık anlamında stoik bir göstergesi. Daha öncesinden de doğa sevgisi taşıyor Sinop’un Kemal’i. Ama, sadece ziraat yapma düzeyinde; yoksa o gün doğadan aldığı ‘davet’ düzeyinde değil…
MH: Toplumdan kopuşu, doğaya yönelişi doğallıkla, sanki öncesinden bunun hazırlığını yapmış gibi gerçekleşiyor. Zorlanmıyor, umursamıyor. Tavrı tepkisel ve çatışmacı değil, savunma pozisyonuna düşmüyor. Et yemiyor. Soru sorulduğunda cevap veriyor, bir tehdit algıladığında çapasını kendini savunmak için kullanıyor. Kirpi mesafesini koruyor. Çocuklarla iletişim koruyor. Köpeklerle dost oluyor. Ağaçları iyileştirmeye çalışıyor. Bilgece tavırlar sergiliyor. Tarzan Kemal’i böyle davranmaya iten reflekslerinin felsefi ve düşünsel temelleri nelerdir, hangi kaynaklardan ilham alıyor ve besleniyor?
İT: Doğaya yönelişinin bir ön hazırlığı, biraz önce değindiğim gibi, sadece köyünde ziraat yapma düzeyinde var; ki bunu da zaten arkadaşına yazdığı bir mektupta dile getiriyor Sinop’un Kemal’i. Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu’nu bitirmesine rağmen öğrenim gördüğü alanda çalışmıyor. Memur amir ilişkisine karşı; kapalı bir mekânda mesai yapmaya da, kravat takmaya da… Ne emir vermek ne emir almak istiyor. Kente yeni atanan yöneticileri yarı çıplak bir şekilde davul çalarak protesto ediyor. ‘Lüzumsuz adamlar’ olarak nitelendiriyor onları. Ancak, toplumdan kopuşu söz konusu değil Kemal’in; hatta, kent insanı tarafından son derece seviliyor, sayılıyor. ‘Kirpi mesafesini’ ısrarla korumasının nedeni, fiziksel bir güvenlik kaygısı yerine insanlarla kurduğu bağı dengede tutma kararlılığından kaynaklanıyor. Çapasını parkları, bahçeleri, tarlaları ayrık otlarından temizlemek için kullanıyor. Evet, yarı çıplak yaşam tarzını kent halkına kabullendirmeye çalıştığı ilk günlerde, bir iki fiziksel saldırıya uğraması nedeniyle çabasını saldırgana karşı, yalnızca onu korkutmak amacıyla, kaldırdığı doğru. Bu, anlatıcının dilinden kurgulanmış bir olay. Gerçek hayatında, ne insana ne hayvana karşı şiddete başvurmuş. Hasta ağaçları iyileştirmeye çalışan bir pagandan beklenen de budur zaten. Kent meydanlarında, caddelerde, pazaryerlerinde istemediği her hangi bir şeyi davul çalarak protesto eden kentli bir pagan Sinop’un Kemal’i. İlham aldığı kaynaklardan biri paganizm ise diğeri stoacılık; biri kinizm ise diğeri nudizm; biri aidiyetsizlik duygusu ise diğeri minimalizmdir.
MH: Tarzan Kemal’in yanı başından bir an olsun ayrılmayan merak böceği okura ne anlatmak istiyor?
İT: Kale surlarından kahvehanelere varıncaya kadar kentin başlıca mekânlarını gezen merak böceği, “Adam neden soyunmuş?” sorusuyla insanların beyinlerine girerek onlarda bir merak duygusu uyandırıyor. ‘Uzun uzun sorup uzun uzun çırpınmaktansa’ soruyu ‘Neden?’ diye kısaltıyor; bu kez de öznesi belirsiz soruya ilgisiz cevaplar alıyor. Kaygılanıyor da merak böceği; ‘insanlar soruyu cevaplamak yerine nedenleri halka gibi birbirine geçirir, son halkada karşılarına ilk neden çıkar, olmuş, olacak, oluyor olan her şey, nasılsa Tanrı denilen bu ilk neden tarafından belirleniyor düşüncesiyle özgür iradelerini kullanamazlar, ellerini kollarını kaldırmadan kaderlerine boyun eğerler diye…’Merak böceğinin kaygısı, Sinop’un Kemal’inin kaygısından başka bir şey değil. Onun Güneş’i kutsayan bir doğacı, bir pagan, bir kinik ya da hazza da acıya da kayıtsız bir stoik olduğu düşünüldüğünde, büyülü gerçekçi bir anlatımla dile getirilmiş bu duygular, gerçek hayatta bir karşılık buluyor. Başka bir bölümde kelebek kılığına giriyor merak böceği. ‘Kelebek Etkisi’ adlı söz konusu bölümde, Kemal için ‘seninki çıldırmış’ diyerek sevgilisi Kevser’e kötü haberi veriyor. Daha sonraki bölümlerde de merak böceğinin insanların beyinlerini kemirdiğine tanık oluyoruz. Onları kaderlerine boyun eğmemeye, düşünmeye teşvik eden bir metafor da diyebilirsiniz.
MH: Karadeniz’in, özellikle Sinop’un nükleer santral tehdidi altında olduğunu biliyoruz. Doğa tahrip edilmeye başlandı şimdiden, binlerce ağaç kesildi, bölge insanı tehdit altında. Tarzan Kemal, ekolojik dengenin bozulmasına tepki olarak mı doğdu? Tarzan Kemal ne yapmak istiyor?
İT: Nevi şahsına münhasır Sinop’un Kemal’inin doğayı koruma konusunda, örgütlü ilişkilere girmeksizin, bireysel davranması normaldir. Kentin bahçelerindeki, parklarındaki toprağı havalandırmak, ayrık otlarını biçmek, ağaçları aşılamak, kumsallardaki çöpleri temizlemek, yerdeki sigara izmaritlerini toplamak; hatta, tutup İstanbul’daki Barbaros heykelini yıkamak…‘Sığ sularda yavru balıkları’ okşayan, denize çırılçıplak giren, 1983’teki depremin ardından Sinop’tan kalkıp ta Erzurum topraklarına ağaç dikmeye giden Kemal’in doğa sevgisini, hobi olsun diye bahçıvanlık yapan, balkonlarında çiçekler yetiştiren, evlerindeki süs köpeklerine rengârenk giysiler giydiren insanların abartılı doğa sevgisinden ayırmak gerekir. Ülkemizde ‘ekolojik etik’ diye bir kavram telaffuz edilmeden önce, daha 1950’li yıllarda, bir çevre ahlakı ediniyor Sinop’un Kemal’i. Onun çevre ahlakı, doğaya karşı vicdanlı davranma, dürüst insan olma, kent belleğini koruma pratiğinden, ya da felsefi anlamda etikten, ayrı düşünülemez. Mevcut çevre hareketlerinin başarıya maalesef ulaşamamasının nedeni, etikten yoksun oluşudur. Sinop’un Kemal’inin etiğine ulaşmak ise, insanların bilincinde radikal bir değişim gerektirdiği için son derece zordur. Hayır, belki de çok basittir; arkadakinin deniz manzarası engellenmesin diye öndeki evin biraz eğilmesi gibi… Kentlerde birbirlerine saygı duymayan insanların doğaya saygı duymasını beklemek bir hayal olsa gerek. İnceburun mevkiinde nükleer santral uğruna kesilen binlerce ağaca gelince, Karakum yolu boyunca diktiği ağaçların altında sigara içilmesine bile tepki gösteren Kemal, nükleer santral projesine de, yaşasaydı, mutlaka tepki gösterirdi. Sinop’un Kemal’inin yapmak istediği biricik şey, yapmak istediği bütün şeyleri özetlercesine, mendireğin duvarına turuncu renkli bir boyayla yazdığı o sloganda anlamını buluyordu:
“Havai fişekleri değil, güneşin doğuşunu alkışlayın!”
MH: Roman yazan öykücüler var, öyküden romana geçişte zorlanmadıkları biliniyor ama şairlerin romana bulaşmasının ve roman yazmasının örnekleri pek yaygın değil. Şiirden sonra roman yazmak zor oldu mu sizin için?
İT: Tüm yazma eylemlerinin temelinde, semantik ve morfolojik düzeyde sağlam cümle kurabilme yeteneği bulunduğuna inanıyorum. Bu, bence sanıldığı kadar kolay bir iş değil. Tıpkı çok iyi bir kurgunun, sağlam cümle kuramadığımız sürece, bizi iyi bir romancı yapmayacağı gibi ‘Şiirin düzyazıya çevrilmez’ yaklaşımına sığınarak, imgesellik yaratma kaygısıyla, anlamdan yoksun saçma sapan dizeler kurmak bizi iyi şair yapmaz. Bu anlamda, ‘neyi’ yazacağım kaygısı taşısam da ‘nasıl’ yazacağım kaygısı taşımadığımı söyleyebilirim.‘Neyi’ yazacağım kaygısını ise, yazmaya başlamadan önce ve yazma süreci sırasında yaptığım okumalarla, edindiğim belgelerle, dinlediğim anılarla giderecektim. Roman, anlatı ya da öykü, sonuçta yazılmış bir metin. Metni iyi yazabildimse ne mutlu! Adlandırma, yine bence, pek önemli değil.
MH: Bu aralar neler yapıyorsunuz? Çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
İT. Birkaç yıldır, dünya genelinde 20. yüzyılda yapılmış katliamlara ilişkin deneme tadında metinler yazıyordum. Dosyayı bitirdim. Umarım iyi bir yayıncı bulunur. Bunun dışında çocukluk izlenimlerimden oluşan kısacık öyküleri tamamlamak üzereyim. Kendi şiirimi uzun zamandır maalesef ihmal ettim; ama, şiir çevirisine devam ediyorum.
Söyleşi- 9 Mart 2022,oggito.com